BAŞAK FİNANSAL DANIŞMANLIK, DENETİM VE EĞİTİM

ENFLASYON, HAYAT PAHALILIĞI VE NEDENLERİ

 

Toplumun çok önemli bir bölümünü derinden etkileyen, başta ahlaki değerler olmak üzere toplumsal değer yargılarında ciddi bozulmalar yaratan hayat pahalılığı ve enflasyon kavramlarının tartışılacağı bu yazımızda, nedenler üzerinde durulacak ve çözüm önerileri aktarılacaktır.

Günlük hayatta aynı anlamda kullanılan bu iki kavram arasında önemli bir fark vardır. Enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak artması olarak tanımlanırken, hayat pahalılığı, gelirlerdeki artışın enflasyon oranının altında kalması olarak ifade edilmektedir. Gelirleriniz enflasyon oranının üzerinde ise enflasyon olmasına rağmen hayat pahalılığı sizi etkilemeyecektir. Aksi durumda bugün olduğu gibi kronik hale gelen bir hayat pahalılığı ortaya çıkacaktır.

Alttaki tabloda 2005-2024 yılları arasında enflasyon oranlarının gelişimi yer almaktadır.

Tablo:1

..........................

 

Yukarıdaki tablodan da görüleceği üzere 2019 yılına kadar iniş çıkışlar olsa da enflasyon oranlarında ciddi bir oynaklık yoktur. Ancak 2019 yılından itibaren oynaklık artmaya başlamış ve enflasyon oranlarında ciddi yükselişler kaydedilmiştir. Temmuz 2022 itibari ile Yİ. ÜFE rekor kırarak %144.61’e yükselmiştir.

Üstelik TÜİK tarafından belirlenen bu enflasyon oranlarının gerçeği yansıtmadığı, gerçek oranların çok daha yüksek olduğu da yöneticiler dışında toplumun hemen hemen bütün kesimlerince kabul edilmektedir. Nitekim bağımsız araştırma grubu ENAG tarafından yayımlanan oranlardan da bu durum net olarak teyit edilmektedir.

Yöneticiler TÜİK tarafından açıklanan ve gerçeklikten kopmuş rakamları dikkate alarak ücret ve maaş artışlarını belirledikleri için de ücret ve maaşlar enflasyon oranlarının gerisinde kalmış ve toplumun çok önemli bir bölümü giderek artan bir hayat pahalılığı yaşamak zorunda bırakılmıştır.

Aşağıdaki tabloda ise 2021 – 2024 yılları arasında döviz kurlarında yaşanan gelişmeler yer almaktadır.

................................

Kaynak: TCMB

2021 yılına kadar döviz kurlarında ciddi bir değişim yoktur. Ancak 2021 Eylül ayından  itibaren kurlarda yukarı yönlü bir hareket başlamış ve 13 Ağustos 2024 itibari ile USD. 33.54 ve  EURO ise 36.64 TL.’ye yükselmiştir.

Peki ne oldu da enflasyon, hayat pahalılığı ve makro ekonomik göstergelerde çok ciddi düzeyde bozulmalar ortaya çıktı. Bu soruya biraz geriye gidilerek yanıt verilmeye çalışılacaktır.

İnsan hakları, demokratikleşme, Avrupa Birliği ve 3 Y (Yolsuzluk, Yoksulluk, Yasaklar) ile mücadele gibi temel argümanlarla yola çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), 2000’li yılların sonuna doğru bu politikalardan sapma eğilimi göstermeye başlamış ve Partinin üst düzey bir yöneticisi bu argümanları savunan ve o ana kadar kendilerini destekleyen paydaşları ile yollarını ayıracakları mesajını vermiştir. Önemli bir makas değişikliği anlamına gelen bu değişimle birlikte sorunlar da hızla artmaya başlamıştır. 

Küçük bir azınlık dışında toplumun her kesimini derinden etkileyen ve çok ciddi sıkıntıların yaşanmasına neden olan enflasyon ve hayat pahalılığının ekonomik ve siyasi nedenleri tarihsel sürece göre başlıklar altında aşağıda belirtilmiştir.

1- Ülke Rezervlerinin Tüketilmesi ve Savaşta Cephanesiz Kalınması

Hatırlanacağı gibi128 milyar dolarlık Ülke rezervinin buharlaştığına yönelik iddialar kamuoyunda çokça tartışılmış ve yöneticiler tarafından bu konuda tatmin edici bir açıklama da yapılmamıştı.

2015 ve 2016 yıllarında yayımlanan “Reel Sektörün Açık Pozisyon Sorunu, Varlık Barışı ve Çözüm Önerileri” başlıklı yazımız, 128 miyar doların nerede olduğuna bir anlamda cevap niteliği taşımaktadır. Yazılarımızda özetle;

Reel sektörün döviz kredisi kullanabilmesi geçmişte çoğunlukla ihracat ve yurtdışı mütehahitlik hizmetleri gibi döviz kazandırıcı işlemlerin varlığına bağlı iken, özellikle 2009 yılında Türk Parasının Kıymetini Koruma hakkındaki 32 sayılı Kararın 17’inci maddesinde yapılan değişikliklerle bu şartların gevşetildiği ve reeel sektörün bankacılık sektörü kanalı ile döviz ve dövize endeksli kredi (DEK) ‘lere, erişimi kolaylaştırıldığı,  bu yanlış düzenlemeye bağlı olarak 2009 yılında 66.723 milyon dolar olan reel sektörün döviz pozisyon açığı hızla artarak Ağustos 2016 tarihi itibari ile 210.5 milyar dolara yükseldiğine vurgu yapılmış ve yukarıda belirtilen makas değişikliğine bağlı olarak kurlarda yaşanan artışlar sonrasında ise reel sektörün çok ciddi açık pozisyon zararları yazmak zorunda kaldığı, ifade edilmişti.

TCMB tarafından yayımlanan aşağıdaki grafikte reel sektörün yıllar itibari ile sahip olduğu açık pozisyon tutarları görülmektedir.

Grafikte de görüleceği üzere sektörün taşıdığı açık pozisyon yaklaşık 211 milyar dolardan Aralık 2023 itibari ile 82 milyar dolara gerilemiştir. Kurlarda yaşanan stabilizasyon sonucu sektör son aylarda tekrar açık pozisyona yönelmiş olup, şu an sektörün açık pozisyonu 115 milyar dolardır. İşte kamuoyunda çokça tartışılan 128 milyar dolarlık rezervin önemli bir bölümü reel sektörün ölçüsüz bir biçimde aldığı açık pozisyonların kapatılmasında kullanılmıştır. Bu konuda sorulması gereken doğru soru, hangi firmaya, hangi kurdan ve ne kadar satış yapıldığıdır. Bu soruya cevap verilemediği sürece rezervlerin buharlaştırıldığına ilişkin iddialar son bulmayacaktır. 

Sonuç olarak kamuoyunda çok tartışılmayan, daha doğrusu çok da bilinmeyen anılan hatalı karar sonucunda rezervlerin önemli bir bölümü tüketilmiş, birçok firmanın iflasına veya zora girmesine neden olunmuş ve deyim yerinde ise enflasyon ve kurlarla yapılan savaşta cephanesiz kalınmıştır. Bu gelişmelerin de katkısı ile Tablo 1 ve Tablo 2’de açıkça görüleceği gibi döviz kurları enflasyon oranları ve hayat pahalılığı hızla artmıştır.

2-  Yanlış Tarım Politikaları ve Plansızlık

Bugün yaşanılan enflasyon ve hayat pahalılığının nedenleri arasında uzun yıllardır uygulanan rasyonaliteden kopmuş tarım politikalarının da önemli bir payı vardır. 

Etkin bir üretim planlaması yapılamaması, teşviklerin yetersiz oluşu, girdi maliyetlerinin ölçüsüz bir biçimde artması sonucunda üreticilerin tarımdan hızla uzaklaşması, tarım alanlarının hızla imara açılması gibi nedenler sonucunda Ülkemizde tarım ve hayvancılık önemli ölçüde gerilemeye başlamıştır. Tüm bu yanlışlıklar sonrasında ise  bir çok tarımsal ürünün fiyatı normalin çok üzerinde artmış, birçok ürün de ithal edilmek durumunda kalınmıştır. Bu süreç giderek de artmaya devam etmektedir.

Üstelik adeta gelişigüzel alınan kararlarla tarım ve hayvancılıkta ithalat ve ihracat kısıtlama ve/veya teşvik önlemlerine başvurulması, Ülke tarımına ve hayvancılığına da önemli darbeler vurmuş, binlerce kişi bu sektörden ayrılmak durumunda kalmıştır.

Aşağıda Birleşmiş Milletlere bağlı Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve TÜİK tarafından yayımlanan gıda fiyat endekslerini gösteren grafik yer almaktadır. Buradan da görüleceği üzere 2023 yılında Dünyada gıda fiyatları %10.1 gerilerken, Türkiye’de %72.2 artmıştır. 

Grafik:2

Keza Hollanda Türkiye tarım ihracat rakamları da tarımda sahip olduğumuz potansiyeli değerlendiremediğimiz ve başarısız olduğumuzu adeta yüzümüze çarpar niteliktedir.                                                   

Hollanda’nın nüfusu yaklaşık 18 milyon, yüzölçümü ise 42 bin Km2, Türkiye’nin ise nüfusu 85 milyon, yüzölçümü ise 780 bin Km2’dir. Gerek mevsimsel gerekse de geniş verimli topraklara sahip olması bakımından Ülkemiz önemli bir üstünlüğe de sahiptir. Ancak buna karşın 2023 yılsonu itibari ile Türkiye’nin tarım ihracatı yaklaşık 32 milyar EURO iken Hollanda’nın tarım ihracatı tam 124 milyar EURO’dur.

Yukarıda verilen bu iki örnek tarım politikalarında ne kadar başarısız olduğumuzu net olarak ortaya koymaktadır.  

Ayrıca ürünün üreticiden tüketiciye ulaştırıldığı ana kadar fiyatının anormal biçimde katlanması da yıllardır görülen ancak çözülemeyen önemli bir sorundur. Örneğin 1.8 TL.’ye satılamadığı için tarlalarda kalan tonlarca domates pazarda 12.5 – 50 TL arasında satılmaktadır.

Bu başarısızlıklar ve yanlışlar da maalesef enflasyon ve hayat pahalılığının en önemli nedenleri arasındadır.

3- Hukuk ve Milliyetçilik

Türkiye son yıllarda maalesef adeta koşar adımlarla hukuk devleti ve demokrasiden uzaklaşmaktadır.  

Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin uluslararası partnerlerinden biri olan World Justice Project (Dünya Adalet Projesi) 2012 yılından bu yana ülkelerin uygulamada hukukun üstünlüğüne ne ölçüde bağlı olduklarını gösteren Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ni üretmektedir. Hükümetlerin ellerindeki yetkiler, yolsuzluk, açıklık ve şeffaflık, temel haklar, düzen ve güvenlik, düzenleyici uygulamalar, hukuk mahkemeleri ve ceza adaleti başlıkları kullanılarak hesaplanmaktadır. Raporun 2023 yılı sonuçlarında, Türkiye’nin ne yazık ki hukukun üstünlüğü konusunda yıllardır hızlı bir şekilde gerilediği görülmektedir. Türkiye 2021’de 117. ve 2022’de 116. sırada ve 2023 yılında toplamda 0.41 puan ile 142 ülke arasında 117. sıradadır. Bu sıralama ile Türkiye hem küresel hem de bölgesel ortalamaların altında kalmaktadır. 

Keza Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin 2023 raporuna göre; 68 bin 450 dosyanın karar için beklediği ve Türkiye’nin mahkemede bekleyen 23 bin 400 dava ile en yüksek başvuruya sahip ülke olduğu, belirtilmiştir. Yine rapora göre Türkiye'yle ilgili 78 kararın 72'sinde hak ihlali tespit edilmiştir.

Son yıllarda hukuktan uzaklaşma ile milliyetçilik söylemlerinin artışı aynı yönde gelişim göstermektedir. İlk derece ve yüksek mahkemelerin temel hak ve özgürlükler ile hukuk ihlallerine ilişkin kararları bu düşünceyi savunan ve yönetimde etkili olan taraflarca şiddetle eleştirilmekte, mahkemeler ve kararı alan yargıçlar adeta tehdit edilmekte, terörist ilan edilmekte ve Anayasa Mahkemesinin bile kapatılması gerektiği ifade edilebilmektedir. Bu bağlamda son olarak Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararı verdiği Avukat Ş. Can Atalay bile bu kesimlerce vatan haini ilan edilmiştir. Ömründe eline hiç silah almamış, Aladağ’dan, Tekirdağ’a, Soma’ya görüşüne ve kimliğine bakmaksızın ezilenlerin, ölenlerin, mağdur olanların, hakları yenilenlerin ve istismara uğrayan çocukların hiçbir karşılık gözetmeksizin yanlarında durmuş, onların haklarını savunmuş birisi olarak bu itham çok insafsız ve gayri ahlakidir.

Ülkede yaşanan tüm bu olumsuzluklar, yolsuzluklar ve toplumun çok önemli bir bölümünün yaşadığı sıkıntılar karşısında tek bir kelime etmeyenlerin bu tür sorumsuz davranışları ve ithamları Ülkeye çok zarar vermektedir. Bu davranışların gerçek ve akılcı milliyetçilikle hiçbir ilgisi yoktur. Eminiz ki yönetim kadrosunda vicdanı olan ve sağduyulu düşünebilen birçok kişi Ülke adına bu durumdan çok rahatsızdırlar.

Bu ithamları yapan kesimlerin kurucu lideri olarak kabul ettiği birinin oğlu bile bu tür mahkumiyet kararlarının yanlış olduğu ve dünyada Ülkemizi küçük düşürdüğünü ifade ettiği bir ortamda, kendileri gibi düşünmeyen herkese hain ve terörist diyen ve Anayasa Mahkemesinin açıkça verdiği hak ihlali kararlarının bile uygulanmasını engelleyen bu anlayışın toplumsal barışa ve Ülke ekonomisine çok zarar verdiğini görmek gerekir. Milliyetçilik Ülke menfaatine hareket etmek ve Ülkenin gelişimine katkı sunmak demektir. Bizde maalesef tam tersi olmaktadır. Dolayısıyla bu anlayışa sahip olanların Ülkeye kimin zarar verdiğini görmeleri için aynaya bakmaları ve kendilerini sorgulamaları gerekmektedir.

Çünkü hukukun işlemediği demokrasinin olmadığı, bu tür haksızlık ve yolsuzlukların olduğu ülkelere yabancı yatırımcı gelmez, gelenler de gitmek için fırsat kollar. Bu ülkelerde makro ekonomik göstergeler de giderek bozulur. Hukukun ve demokrasinin egemen olmadığı hiçbir ülkenin gelişmesi ve halkının da refah içerisinde yaşaması mümkün değildir. Bunun Dünyada bir örneği yoktur. Dolayısıyla bugün yaşanan derin hayat pahalılığı ve artan enflasyonun ana nedenlerinden biri de hukuktan ve demokrasiden uzaklaşılmasıdır.    

4- Yolsuzluklar ve İsraf

Yolsuzluklar ve kamu kaynaklarının israfı konusunda da özellikle son yıllarda Ülke görünümü giderek artan biçimde bozulmaya devam etmektedir.     

Yolsuzlukla mücadelede dünyanın önde gelen sivil toplum kuruluşlarından olan ve 100’ün üzerinde ülkede faaliyet gösteren Uluslararası Şeffaflık Örgütü (Transparency International); yolsuzluğun toplumlar üzerindeki yıkıcı etkisini sonlandırmak için insanları dünya çapında güçlü bir koalisyon içinde bir araya getiren, yolsuzlukla mücadeleye liderlik eden küresel bir sivil toplum örgütüdür. Örgüt; 1995’ten bu yana her yıl yayımladığı Yolsuzluk Algı Endeksi sonuçlarına göre Türkiye Yolsuzluk Algı Endeksinde 2023 yılında 180 ülke arasında 115. sıraya gerilemiştir.

Grafikten de açıkça görüleceği üzere Türkiye son 10 yıldır yolsuzlukların arttığı bir ülke konumundadır.

Kamu kaynaklarının israfı konusunda da maalesef sicilimiz son derece bozuktur. Gerek lüks ve şatafata varan harcamalar, gerekse de Yap – İşlet – Devret (YİD) ve Gelir Garantili Projeler Ülke kaynaklarının heba edildiği mekanizmalara dönüşmüştür.

İnilmeyen havalimanlarına geçilmeyen yol ve köprülere, gidilmeyen hastanelere verilen garantiler tam bir kara delik misali Ülke kaynaklarını yok etmektedir. 

Bu konuda en çok verilen örnek Kütahya Zafer havalimanıdır. 2012 yılında 50 milyon EURO maliyetle hizmete açılan havalimanı, YİD modeli ile yapılmış ve projeye 2044 yılına kadar yolcu garantisi verilmiştir.  2023 yılında bu havalimanı için verilen yolcu garanti sayısı 1.317.733 olmasına karşın havalimanını sadece 43.200 yolcu kullanmıştır. Yani hedef gerçekleşme oranı %97 ölçüsünde sapmış ve havalimanını verilen garantinin sadece %3’ü oranında yolcu kullanmıştır. Keza 2024 yılının ilk yedi ayı için verilen yolcu garantisi 769 bin olup geçen yolcu sayısı sadece 19 bindir. Önceki yıllarda çoğunlukla olduğu gibi sapma oranı yine %97’nin üstündedir. Eğer müdahale edilmez bu şekilde sapmalarla giderse sadece bu havalimanı için 2044 yılında Hazineden 200 milyon EURO’nun üzerinde bir kaynağın harcanması gerekecektir.

Bu sadece bir havalimanı için Ülkenin yaşadığı gelir kaybıdır. Bunun gibi çok yüksek ve hiçbir mantıklı açıklaması olmayan araç, hasta ve yolcu garantilerinin verildiği onlarca proje vardır.

Kamu İhale Yasasının 200’ün üzerinde değişmesi ihalelerin belirli gruplara adrese teslim bir şekilde verilmesi de yolsuzluklarla ilgili birçok şaibenin hep gündemde kalmasına neden olmaktadır.     

Yolsuzluklar, İsraf ve bu yanlış projeler sonucu devasa boyuttaki Ülke kaynakları yok edildiği için toplumun çok büyük bir kesimi enflasyon ve hayat pahalılığı altında ezilmektedir. Yöneticiler de gördükleri bu gerçekler karşısında gereğini yapmazlarsa, yaşanan sıkıntılar artarak devam edecek sonucunda da toplumsal patlamalara neden olunabilecektir.    

5. Dış Politika ve Suriye

Bugün yaşanan hayat pahalılığı ve artan enflasyonun bir nedeni ise başta Suriye meselesi olmak üzere dış politikada yapılan yanlışlardır. Bu yanlışlar sonrası Ülkemize başta Suriye, Afganistan, İran, Irak ve Afrika ülkelerinden milyonlarca kişi gelmiş ve bu göç dalgası ekonomimizde ve demografik yapımızda ciddi tahribatlar yaratmaya başlamıştır. Bu gelişmelerin Ülke güvenliği açısından da potansiyel bir tehdit oluşturduğu düşünülmektedir. 

İçişleri Bakanının verdiği bilgiye göre, Ağustos 2024 itibari ile Ülkemizdeki düzenli göçmen sayısı 4 milyon 437 bindir. Kaçak yollardan gelenler de yüzbinlerle ifade edilmektedir. 729 bin kişinin adresinde bulunamadığını bizzat sayın Bakanın kendisi ifade etmiştir.

Öte yandan milyonlarca Suriyeliye Hazineden milyarlarca lira aktarılırken, Suriye’deki desteklediğimiz binlerce yabancı silahlı güce de yüz milyarlarca lira değerinde araç, gereç, silah ve para yardımı yapılmaktadır.

Alman otomobil devi Volkswagen’in Manisa’da kuracağı ve 4.000 kişiye istihdam sağlayacağı ifade edilen yatırımın Suriye operasyonları nedeniyle iptal edilmesi bile Ülke için çok önemli bir kayıptır.   

Sonuçları ve zararları görüldükçe yanlış olduğu ortaya çıkan bu politikadan dönülmesine yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Bunun her açıdan Ülke yararına olduğu düşülmektedir

Öte yandan vatandaşlık karşılığında gayrimenkul satışları konutta ve kiralık evlerde   fiyat artışlarını teşvik etmiş, Ülke vatandaşlarının konut sahibi olma koşullarını zorlaştırmıştır. Düzenli, düzensiz ve kaçak yollardan gelenlerin uyuşturucu ve kara para trafiğinin artmasına da neden olduğu düşünülmektedir.

Keza yapılan tüm uyarılara aldırmayarak Rusya’dan alınan S400 hava savunma sitemleri sonrasında Türkiye F35 programından çıkarılmıştır. Bir yandan çok önemli bir projenin ana ortaklarından biri olma ve her açıdan Ülkeye önemli katkılar sağlayabilme fırsatı kaçırılmış, öte yandan büyük bir ihtimalle hiç kullanamayacak ve belki de hangarlarda çürüyecek olan bu sistemlere tam 2.5 milyar dolar (85 milyar TL) ödenerek Ülke kaynakları heba edilmiştir.

Tüm bu yanlışların temelinde Hukuk ve Milliyetçilik başlıklı 3. maddede belirtildiği üzere, milliyetçiliğin yanlış anlaşılması ve yanlış uygulanmasının da etkili olduğu düşünülmektedir. 

Söz konusu bu gelişmeler yaşanan derin hayat pahalılığı ve enflasyonun artmasına katkı sunmuştur.

6- Ekonomi – Nas politikası  

Şuan toplumun çok büyük bir kesimini derinden etkileyen hayat pahalılığı ve enflasyonun temel nedenleri ve değerlendirmelerimiz önceki başlıklarda verilmiştir. Elbette ki başka nedenler de eklenebilir. Ancak yaşanan sıkıntıların bugün itibari ile had safhaya gelmesinde 2021 Ekim ayında uygulamaya konulan NAS politikasının çok önemli bir payı vardır.

2022 yılında yayımlanan “Faiz Politikasının Ekonomiye ve Bankacılık Sektörüne Etkileri” başlıklı yazımızda bu konu ele alınmış ve hem ekonomi hem de bankacılık sektörü açısından sonuçları değerlendirilmeye çalışılmıştı.

Yazımızda özetle;

…………..enflasyonun sebebinin faiz olduğu düşünüldüğü için TCMB Para Politikası Kurulu tarafından Eylül 2021 de %19 olan politika faizinde indirim süreci başlatıldığı ve  Şubat 2023 itibari ile %8.5 seviyesine kadar indirildiği, Eylül 2021 tarihi itibari ile tüketici enflasyonun yıllık yüzde %19,58, Dolar – TL.   kurunun 8.65, EURO kurunun ise 10.15 civarında olduğu, bu yanlış politika sonrasında makro ekonomik göstergelerde ciddi ve önemli oranlarda bozulmalar yaşandığı, tüketici enflasyon oranının % 80, üretici enflasyon oranın ise %176 seviyelerine yükseldiği, buna karşın Dolar ve EURO kurunun 20’li seviyelere çıktığı, kur artışlarının önlenememesi sonucu Kur Korumalı Mevduat (KKM) diye adlandırılan TL’yi özendirici önlemin alınmak durumunda kalındığı, ancak bu uygulamanın Ülkeye korkunç bir maliyet yüklediği, indirilmeye çalışılan faizlerin de tam tersi bir gelişme ile kurlarda olduğu gibi yükseldiği, faize karşı olunduğu için uygulamaya konulan NAS politikası tam tersi bir etki yaparak faizden para kazanan bankacılık sektöründe karların, kelimenin tam manası ile patlamasına zemin hazırladığı %400’ün üzerinde gerçekleşen kar artışı ile Türk bankacılık sektöründe tarihin en yüksek kar artışının yaşandığı, faiz politikası değişikliğinin en büyük kaybedeninin ve mağdur olanının ise hane halkı olduğu,  bu yanlış politika sonucunda konut fiyatlarının ve kiraların tarihte ilk defa kısa zamanda ve bu kadar yüksek seviyede artış gösterdiği, bu nedenle yine tarihte ilk defa hane halkının önemli bir çoğunluğunun bir barınma krizi ile karşı karşıya kaldığı, enflasyonla mücadelede başarı ve ekonomik kalkınma için faizlerin düşürülmesinin herkesin arzusu ve beklentisi olduğu, ancak başta hukuk ve demokratikleşme olmak üzere bazı yapısal reformları gerçekleştirmeden ve güven ortamı sağlanmadan başarı şansının fazla olmadığı yaşanarak ve çok önemli bir fatura ödenerek görüldüğü”

belirtilmişti.

Görevdeki Hazine ve Maliye Bakanı’nın bu görevi devir alırken, artık rasyonel politikalara dönmek dışında bir seçeneğin olmadığını ifade etmesi ile yanlışlığın kabul edildiği NAS politikası sonucu; bugün itibari ile resmi enflasyon %61’in gerçek enflasyon ise %100’lerin üzerine çıkmış, TL/ Dolar kuru 34 ve TL/EURO kuru ise 37 sınırına yaklaşmış, kontrolsüz ve denetimsizlik sonucu tabir yerinde ise iğneden ipliğe her şeyin fiyatı astronomik olarak artmış, maliyetlerin ve sonrasında konut fiyatlarının artışı ile dar ve orta gelirliler için ev sahibi olmak tam bir hayal haline gelmiş ve insani koşullara haiz kiralık bir evde oturabilmeleri bile çok zorlaşmıştır.

Tüm bu gelişmeler yanında gerçeği yansıtmayan TÜİK verilerine bakılarak ücret ve maaşlarda yapılan yetersiz artışlar, toplumun çok büyük bir bölümünün hayat pahalılığı ve enflasyon altında daha da yoksullaşmasına neden olmuştur. 

7- Suç Gelirleri İle Mücadele ve Zaafiyetler

Terörün finansmanının önlenmesine ilişkin gerekli Kanun çıkartılmadığı için 2010 -2014 yılları arasında Gri Liste kapsamına alınan Türkiye, bu sefer de FATF tarafından 2019 sonunda düzenlenen IV.Tur Değerlendirme süreci sonunda; Suç Gelirlerinin Aklanması ile Terörizmin Finansmanının Önlenmesi konusunda yeterli mücadele yürütülmediği için 2021 Ekim ayında ikinci defa Gri Liste kapsamına alınmıştır.

Türkiye; Burkina Faso, Cayman Adaları, , Güney Sudan, Haiti, , Kamerun, Kenya, Kongo, Senegal, Suriye, Tanzanya, Ürdün, Vietnam, Yemen gibi ülkelerle 3 yıl boyunca Gri Liste kapsamında kalmıştır.

FATF tarafından 2019 yılı sonunda hazırlanan Raporda; belirtilen eksikliklerle ilgili gerekli önlemler alınmaz ve ilerleme kaydedilemezse "Pakistan, Moğolistan ve Yemen gibi gri listeye ekleneceği" uyarısı yapılmıştır. Bu eksiklikleri yerine getirebilecek zaman ve imkana sahipken maalesef birçok olayda olduğu gibi gerekleri yapılmamış ve Ülkemiz ikinci defa bu utanç tablosunda yer almak durumunda bırakılmıştır.

Doğal olarak yaşanan bu sürecin de Ülkeye yurtdışından uygun koşullarda kaynak temini ve yatırımlar başta olmak üzere çok olumsuz yansımaları olmuş, sonuçta da enflasyon ve hayat pahalılığının artmasına yol açılmıştır.

8- Sonuç

Yukarıda yedi başlık altında sıralanan hatalar ve yanlışlar sonucunda toplumun çok önemli bir bölümü enflasyon, hayat pahalılığı ve yüksek kiralar karşısında bugüne kadar hiç olmadığı ölçüde sıkıntı çekmekte ve bu sıkıntıların boyutları da giderek artmaktadır. Yine kontrolsüz artışlar sonucunda eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim de çok zorlaşmıştır.

Enflasyon ve hayat pahalılığının sona erdirilmesi için Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından uygulanan politikaların olumlu sonuç vermesi hepimizin beklentisidir. Ancak ağırlıklı olarak para politikası olmak üzere uygulanan para ve maliye politikaları sonucunda etkin ve kalıcı iyileşmelerin sağlanabilmesi için asgari olarak 7 başlık altında sıraladığımız yanlışlık ve hataların da giderilmesi ve tekrarlanmaması önem arz etmektedir.  Aksi halde tüm çabalar ve çekilen sıkıntılar boşa gidebilir, bugünleri bile arar hale gelebiliriz.  

                                                                       

                                                                                                                                                                           Dr. Ramazan BAŞAK

                                                                                                                                                                           BDDK. E. Bankalar Yeminli Murakıbı 

                                                                                                                                                                           MASAK E. Başkan Yardımcısı   

 

      

                                                                                 

Blog