1989 yılı gerek ulusal gerekse de uluslararası düzeyde iki önemli dönemin başlangıcını oluşturmaktadır.
Ulusal düzeyde önemli bir dönemin başlangıcıdır, çünkü anılan yıl altyapısı hazırlanmadan ve gerekli önlemler alınmadan Türk Parası Kıymetini Koruma hakkındaki 32 sayılı Karar’da yapılan bir değişiklikle kambiyo rejiminde serbestiyetin ilk ve en önemli adımı atılmıştır. Bu bağlamda döviz işlemleri ve sermaye hareketleri tamamen liberalleştirilmiştir. Başka bir deyişle bu dönem, yüksek faiz ve düşük kur politikalarının daha yaygın olarak uygulanmaya başladığı bir dönemi ifade etmektedir.
Bu düzenlemedeki amaç; daha liberal bir döviz sistemi yaratmak, menkul kıymetlerin yurt içi ve dışında alım-satımı önündeki engelleri kaldırarak sermaye piyasalarının gelişimine yardımcı olmak ve sermaye hareketlerini serbestleştirerek, bu şekilde bankaların yurt dışından kredi bulmasını sağlamak, şeklinde açıklanmıştır.
Yapılan bu değişiklik sonrasında, o ana kadar önemli ölçüde mevduat kaynağına bağımlı olan Türk Bankacılık Sektörü (TBS), mevduata alternatif olarak yurtdışı borçlanmaya ağırlık vermiş ve sektörün pasif yapısında mevduatın payı azalırken yurtdışından sağlanan kaynakların payı hızla artmaya başlamıştır. Ancak bu kaynaklar bazı bankalarca çeşitli hileli işlemlerle mevzuatın öngördüğü sınırlar adeta yok varsayılarak, açık pozisyona dönüştürülmüştür. Riskin temel kurallarına uymadan yapılan plasmanların aktif kalitesini bozması ve öz kaynaklarda yarattığı ciddi aşınma sonrasında ise TBS’de 1994, 2000 Kasım ve 2001 Şubat tarihlerinde Cumhuriyet tarihinin en önemli krizleri yaşanmıştır.
Yapılan bu değişiklik sonrasında TBS tarafından sağlanan kaynaklar yanında Ülkemize çok ciddi montanlarda sıcak para ve kaynağı belirsiz para girişleri de olmaya başlamıştır.
1989 yılı aynı zamanda uluslararası düzeyde de çok önemli bir dönemin başlangıcıdır. Çünkü bu tarihte G-7 ülkeleri tarafından kara paranın aklanmasının önlenmesi amacı ile OECD bünyesinde Mali Eylem Görev Gücü (Financial Action Task Force – FATF) kurulmuştur.
Başlangıçta FATF tarafından yapılan üyelik çağrıları yanıtsız bırakılmış, ancak yaptırım uygulanabileceği ilan edilince Eylül 1991’de Türkiye FATF’a üye olmuştur. Üyelik sonrasında gerekli mevzuat çıkarılıp kurumsal alt yapı oluşturulması gerekirken bu yapılmamış ve gelen baskılar sonrasında ancak Kasım 1996’da 4208 sayılı Kara paranın Aklanmasının Önlenmesi hakkında Kanun çıkarılmış ve mücadele için Maliye Bakanlığı’na bağlı Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) oluşturulmuştur.
Mevzuatın ve ilgili otoritenin olmadığı 1996 yılına kadar yukarıda da belirtildiği üzere Ülkemiz sıcak para yanında kaynağı belirsiz paranın da önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir. Başta hayali ihracat olmak üzere birçok yöntemle de söz konusu kara paralar aklanmıştır.
ABD’de yaşanan 11 Eylül saldırılarından sonra FATF misyonuna ikinci olarak terörizmin finansmanının önlenmesi ile mücadeleyi de eklemiş ve üye ülkelere bu konuda gerekli düzenlemeleri yapmaları tavsiyesinde bulunmuştur. Ancak Türkiye bu çağrılara da olumlu yanıt vermemiş ve halen FATF’ın kara listesinde bulunan İran ile yapılan çeşitli ticari işlemler ve para transferleri gerekçe gösterilerek 2010 yılında ilk kez suç gelirlerinin aklanması ve terörizmin finansmanının önlenmesi ile ilgili yeterli düzeyde mücadele etmeyen ülkeler kategorisine yani Gri Liste kapsamına alınmıştır. Şubat 2013 tarihinde çıkartılan 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi hakkındaki Kanun ve bazı gereklerin yerine getirilmesi sonucunda ise 2014 yılında ilk defa alındığı Gri Liste kapsamından çıkmıştır.
Rayına girmiş gibi görünen ilişkiler, FATF’ın Türkiye’nin Kara Para Aklama (KA) ve Terörizmin Finansmanı (TF) ile mücadele sistemini ele aldığı IV. tur denetimler sonrasında hazırladığı ve 2019 yılının son günlerinde gönderilen raporda getirilen önemli eleştiriler sonrasında yön değiştirmiştir. Bazı konularda yürütülen mücadelelerde övgülerin de yer aldığı raporda, 15 Temmuz sonrasında darbe girişimi ile ilgili soruşturmalara ağırlık verildiği için KA ve TF konusunda etkin bir mücadelenin yürütülemediği ve bu alandaki denetimlerin aksadığı, Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesi, Siyasi Nüfus Sahibi Kişiler (Politically Exposed Person – PEP), Finansal Olmayan Belirli İş ve Meslekler (FOBİM)’ler başta olmak üzere gerekli düzenlemelerin yapılmadığı vurgulanarak, bu konularda gerekli önlemler alınmaz ve ilerleme kaydedilemezse "Pakistan, Moğolistan ve Yemen gibi gri listeye ekleneceği" uyarısı yapılmıştır
FATF tarafından yapılan bu uyarılardan sonra eleştiri yapılan konularda gerekli aksiyonlar alınmaya ve gerekli düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda ilk olarak denetimlerin ve şüpheli işlem bildirimlerinin artırılmasına yönelik çabalar sarf edilmeye başlanmış ve TBMM’de yaşanan büyük tartışmalar sonucunda Aralık 2020 tarihinde Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesi hakkındaki 7262 sayılı Kanun çıkarılmıştır. Ancak bu çabalar yeterli görülmemiş olacak ki Ekim 2021 tarihinde Türkiye FATF tarafından ikinci defa Gri Liste kapsamına alınmıştır.
Bir ülkenin Gri liste kapsamında bulunmasının kuşkusuz çok önemli sonuçları vardır. Öncelikle bu kapsamda bulunan ülkelere yabancı yatırımcının güveni azalmakta ve yabancı sermaye çıkışları gerçekleşmektedir. Aynı zamanda sıcak para girişlerinin de azalmaya başlaması ile birlikte ülke parasında değer kayıpları yaşanmaktadır. Öte yandan bu kapsamdaki ülkeler yurtdışından kredi bulmakta zorlanırlar ve bulunabilen kredilerin maliyeti de çok yüksek olur. Keza iş insanlarının ve normal vatandaşların ülkeler arasında yapacağı transferlerde ve ödemelerde çok ciddi engeller ve sıkıntılarla karşılaşılır.
Örnek olarak 2018 yılında Gri Liste kapsamına alınan Pakistan’dan yaklaşık 40 milyar Dolar tutarında bir yabancı sermaye çıkışı olmuştur.
Hali hazırda bu liste kapsamında; Bulgaristan, Burkina Faso, Cayman Adaları, Filipinler, Güney Afrika, Güney Sudan, Haiti, Hırvatistan, Jamaika, Kamerun, Kenya, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Mali, Mozambik, Namibya, Nigeria, Senegal, Suriye, Tanzanya, Türkiye, Ürdün, Vietnam, Yemen, bulunmaktadır.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) bu yıl içinde Gri Liste kapsamından çıkmıştır.
Bu satırları okuyanlar doğal olarak Türkiye’nin bu ülkelerin arasında ne işi var diyecektir.
Ancak maalesef bu kapsama alınmamızda ciddi hatalarımızın olduğunu ve Gri Listeye giden yolda taşların çoğunlukla tarafımızca döşendiğini söylemek zorundayız. Aşağıda verilecek resmi rakamlar bu tespiti doğrulamaktadır.
FATF IV. tur değerlendirme raporunda denetimlerin aksadığı ifade edilmektedir. Aşağıda yer alan MASAK 2022 Faaliyet Raporunda, başta bankacılık sektörü olmak üzere 30’u aşkın yükümlü grubu nezdinde yıllar itibari ile gerçekleştirilen uyum denetimlerine ilişkin grafik yer almaktadır.
2023 yılı Faaliyet Raporunda Programlı Yükümlülüklere Uyum Denetimi Kapsamına Alınan Yükümlü Sayısının ise 415 olduğu ifade edilmiştir.
FATF. IV. tur değerlendirme çalışmasının 2018 yılında başladığı ve düzenlenen raporun 2019 yılının son günlerinde Türkiye’ye gönderildiği dikkate alındığında, 2018 ve 2019 yıllarında denetimlerin ne kadar ciddi bir biçimde aksadığı yukarıdaki grafikten çok net olarak görülmektedir. Nitekim 2019 yılı itibari ile faaliyet gösteren 53 bankadan bu yıl sadece 1’i, 100’ün üzerinde sayısı olan banka dışı finansal kuruluştan ise sadece 2’si denetlenebilmiştir.
Keza aynı personel sayısı artan iş yükü düşünüldüğünde anlaşılamayan biçimde tam tersi bir gelişme ile gerilemiştir.
2023 faaliyet raporunda personel sayısı 362 olarak belirtilmiştir. Yukarıdaki grafiğe bakıldığında, FATF denetimleri devam ederken artan ciddi iş yüküne rağmen MASAK personel sayısının 2018 ve 2019 yılları arasında önce 267’den 225’e, sonrasında ise 2020 yılında dip yaparak 186’ya gerilemesini anlamak mümkün değildir.
Aşağıda yer alan grafikte; tamamına yakını yükümlü gruplarının yapmakla yükümlü olduğu şüpheli işlem bildirimleri olmak üzere suç gelirlerinin aklanması ve terörizmin finansmanı suçu ile ilgili yapılan bildirim sayılarında da yine aynı gelişmeler yaşanmıştır.
FATF’ın incelemeye başladığı 2018 yılında bildirim sayısı 245.937’dir. Yukarıdaki tablodan da açıkça görüleceği üzere, denetimlerin ve yaptırımların yetersizliği nedeniyle FATF denetim raporunun gönderildiği 2019 yılı sonunda bildirim sayısı adeta dip yapmış ve bu durum eleştiri konusu yapılmıştır.
Yukarıda yapılan açıklamalar FATF’ın suç gelirlerinin aklanması ve terörizmin finansmanının önlenmesi ile ilgili yürütülen mücadeleye yönelik 2018 – 2019 yıllarında Türkiye ile ilgili yaptığı denetimler sırasında MASAK Faaliyet Raporlarına yansıyanlardır.
Ortaya çıkan bu tablo Gri Listeye alınmamızda maalesef kendimizi savunmamızı oldukça güçleştirecek bir görünüm arz etmektedir.
Gri Liste sürecinde kendimizi savunmamızı güçleştiren bir başka konu ise Varlık Barışları nedeniyle ortaya çıkan olumsuz tablodur.
Yukarıda da ifade edildiği gibi alt yapısı hazırlanmadan uygulamaya konulan ve sonrasında üç önemli krizin temel nedenlerinden biri olarak gösterilen 1989 yılında 32 Kararda yapılan değişikliğin bir benzerinin 20 yıl sonra 2009 yılında yapılması ve yine gerekli önlemler almadan yapılan bu değişikliğin bu sefer reel sektörde önemli tahribatlar yapmaya başlaması üzerine kaleme aldığımız ve TURCOMONEY dergisinde de yayımlanan “Reel Sektörün Açık Pozisyon Sorunu ve Varlık Barışı” başlıklı yazımızda özetle;
“Reel sektörün döviz kredisi kullanabilmesi geçmişte çoğunlukla ihracat ve yurtdışı mütehahitlik hizmetleri gibi döviz kazandırıcı işlemlerin varlığına bağlı iken, özellikle 2009 yılında Türk Parasının Kıymetini Koruma hakkındaki 32 sayılı Kararın 17’inci maddesinde yapılan değişikliklerle bu şartların gevşetildiği ve reeel sektörün bankacılık sektörü kanalı ile döviz ve dövize endeksli kredi (DEK) ‘lere, erişiminin kolaylaştırıldığı, bu gelişmelere bağlı olarak reel sektörün döviz pozisyon açığı hızla yükselerek 67 milyar dolardan Ağustos 2016 tarihi itibari ile 210 milyar dolara yükseldiği, reel sektörün yapısı dikkate alındığında, “Varlık Barışı” konusunda getirilen yeni düzenlemelerin, ciddi oranlarda açık pozisyonu olan şirketler için önemli bir fırsat sunduğu. Ancak borç ve taahütlerin kapatılmasında kullanılacak varlıkların suçtan elde edilmemiş olmasına da özellikle dikkat edilmesi gerektiği. aksi taktirde suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesi mücadelesi yürüten FATF ve FinCEN gibi uluslararası kuruluşlarla zaten sorunlu olan ilişkilerimiz daha da başımızı ağrıtabilecektir”. denilmiştir.
Nitekim varlık barışları kapsamında yurda getirilen kaynakların niteliği ile ilgili gerekli hassasiyetin gösterilmediği ve bu kapsamda yurda önemli tutarlarda kaynağı belirsiz para girişlerinin olduğu yönünde kamuoyunda önemli tereddütler de oluşmuştur. Kuşkusuz FATF gibi uluslararası kuruluşlar da bu gelişmeleri dikkatli bir şekilde takip etmiştir.
Gri Liste sürecinde kendimizi savunmamızı güçleştiren bir başka konu ise suç örgütleri ile mücadelede yaşanan dikkat çekici gelişmelerdir. İçişleri Bakanı sn. Ali Yerlikaya yaptığı açıklamada, 2023 yılında 11’i uluslararası olmak üzere 420, son 10 ayda ise 454 organize suç örgütünün çökertildiğini açıkladı. Başta uyuşturucu, silah ticareti, kumar, yasadışı bahis ve fuhuş gibi yasadışı faaliyetler gösteren bu suç şebekelerinin bu derece artabilmiş olması bir ülkede suç gelirleri ve bu gelirlerin aklanması ile ilgili faaliyetlerin de yoğunluğunu göstermektedir. Anılan suç şebekelerinin birkaç yılda bu güce ve etki alanına ulaşmadığı, yıllara sarih bir şekilde güçlenip bu aşamalara kadar gelebildiği dikkate alındığında, bu örgütlerle son dönemde yürütülen ve takdir edilen mücadelenin neden geçmişte de yapılmadığını sormak hepimizin hakkıdır.
Gri Listeye alındıktan sonra listeden çıkmak için başta MASAK olmak üzere ilgili tarafların yoğun ve özverili çabalar gösterdiği açıktır. Bu bağlamda; denetimler, personel ve bildirimler konusunda önemli artışlar sağlandığı, organize suç örgütleri ile etkin bir mücadele yürütülmeye çalışıldığı, diğer yandan FATF tarafından eleştiri konusu yapılan başta Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanın Önlenmesi hakkındaki Kanun ve PEP’ler le ilgili mevzuat olmak üzere eksiklerin tamamına yakınının giderildiği görülmektedir. Bu gelişmelerin sonucunda da Haziran ayında yapılacak FATF Genel Kurulunda Türkiye’nin Gri Liste’den çıkacağı düşünülmektedir.
Ancak FATF denetiminin 2018- 2019 yılları arasında yapıldığı ve denetim raporunun 2019 Aralık ayında Türkiye’ye gönderildiği ve raporda bahsi geçen eksiklikler konusunda gerekli önlemler alınmaz ve ilerleme kaydedilemezse, "Pakistan, Moğolistan ve Yemen gibi gri listeye ekleneceği" uyarısı yapılmışken;
Gri Listeye alındığımız Ekim 2021 tarihine kadar neden gerekli önlemlerin alınmadığı ve/veya alınamadığını ve dolayısıyla da Ülkemize son derece ağır maliyetleri olan ve olmaya da devam eden, önemli ölçüde itibar kaybı yaşatan Gri Listeye neden girdiğimizi sormak ve ilgili taraflardan en azından bir özeleştiri beklemek de başta ekonomik sıkıntılar çeken geniş halk kesimleri olmak üzere yine hepimizin hakkıdır.
Dr. Ramazan BAŞAK
BDDK E. Bankalar Yeminli Murakıbı
MASAK E. Başkan Yardımcısı