BAŞAK FİNANSAL DANIŞMANLIK, DENETİM VE EĞİTİM

OFF-SHORE MERKEZLER VE GERÇEKLER

 

(Daha Önce Hakemli Bir Dergide Yayımlanmış Olan bu Yazı, Günümüz Gelişmeleri de Dikkate Alınarak Revize Edilmiştir)

Off-Shore merkezler ve Off-Shore bankacılık sistemi çok sık tartışmalara ve spekülasyonlara konu olmaktadır. Wikileaks belgeleri ve Panama Papers’ın yayımlanması ile dozu daha da artan bu tartışma ve spekülasyonlar, son dönemlerde ortaya Paradise Papers ve Pandora belgeleri ile tekrar gündeme gelmiş ve yoğun olarak tartışılmaya başlanmıştır. Yaşanan bu ve buna benzer gelişmeler şüphesiz ki Off-shore merkezlerin hep suçla birlikte anılmasına neden olmaktadır. İngilizce bir kelime olan Off-shore kelimesinin Türkçe anlamı açıkta, açık deniz, sahilden az uzak, kıyıdan uzak anlamındadır. Ancak bu terim piyasalarda daha çok, vergiden uzak ya da vergi cenneti gibi farklı bir anlamlarda algılanmaktadır. Nedeni ise   Off-shore sisteminin daha çok bu konuda ün yapmış ; Seyşel Adaları, Malta Adası, Virgin Adaları, Bahamalar, Bermuda Adası, Cayman Adaları, Fiji, gibi merkezlerde konuşlanıyor olmasıdır.

Off-Shore merkezler ise kısaca, ülke genelinde uygulanan ekonomik ve malî mevzuata tâbi olmayan, çok daha esnek kuralların uygulandığı özünde uluslararası ticaretin artırılmasına katkı sağlamak amacı ile oluşturulan bölgeler olarak tanımlanabilir.  Vergi yükümlülükleri konusunda getirilen ciddi kolaylıklar, gizlilik prensiplerinin ön planda tutulması ve denetim konusunda öngörülen esneklikler bu merkezlerin en çarpıcı özelliklerindendir. Ancak kuruluş amacı bu gerekçelere dayanan Off-shore merkezlerin, bu özellikleri ile değil de vergi kaçırma ve karapara aklama olayları ile gündeme geldiği görülmektedir. Gerçekten de Off-shore merkezler günümüzde önemli miktarlarda karaparanın aklandığı merkezler haline dönüşmüştür. Dünyanın çeşitli bölgelerinde işlenen suçlardan elde edilen karaparalar çeşitli yöntemlerle Off-shore merkezlere aktarılmakta ve bu merkezler kanalı ile aklanmaktadır.   

Off-shore merkezlerin gerçek işlevleri ile değil de hep vergi kaçakçılığı ve karapara aklama olayları ile gündeme gelmesinin iki temel nedeninin olduğu düşünülmektedir. Bunlardan birincisi denetimsizlik, ikincisi ise uluslararası işbirliğinin yeterince gelişmemiş olmasıdır. G-7 ülkeleri tarafından 1989 yılında OECD bünyesinde kurulan ve karaparanın aklanmasının önlenmesi ile ilgili uluslararası alanda mücadele eden en etkin örgüt olan Türkiye’nin de üyesi bulunduğu Financial Action Task Force (FATF), Off-shore merkezlerde gerçekleştirilen karapara aklama olaylarının önlenebilmesine yönelik olarak çeşitli mücadeleler yürütmektedir.  Ancak bu merkezlerin hala karapara cenneti olarak görülmeye devam etmesi bu konuda istenen başarının sağlanamadığını göstermektedir.

Bu merkezlerin vergi kaçırılan merkezler olarak anılması konusunda ise bazı yanlış değerlendirmelerin olduğu düşünülmektedir. Bu yazımızda da belirtildiği üzere, Off-shore merkezlerde, öngörülen amaçların gerçekleştirilebilmesi için vergi yükümlülüğü ya yoktur veya çok düşük oranlardadır. Dolayısıyla bu merkezlerde faaliyet gösteren kıyı bankaları veya şirketler, gerçekleştirdikleri faaliyetler sonucunda hemen hemen hiç vergi ödemezler. Bu da yasaların verdiği bir imkandır. Bu merkezlerde faaliyet gösteren kuruluşlar bir anlamda yasal haklarını kullanırken vergi ödemekten kaçınırlar. Bilindiği gibi, vergi kaçırmak suç, ancak vergiden kaçınmak yasal haktır. Sadece şirketler değil, bireyler de vergi ödememek için yasal hakları olan vergiden kaçınabilirler.

Bu temel ilkeden hareketle şirketlerin ülkelerindeki sadece yüksek oranlı vergi yükümlülüklerinden kurtulmak, yani vergiden kaçınmak amacıyla Off-shore merkezlerde faaliyet göstermek istemesi gayri yasal değildir. Bu tür faaliyetleri, bir hakkın gereği olarak değerlendirmek gerekmektedir.

Buna karşın; Vergi yükümlülükleri yerine getirilmeyerek elde edilen gelir ve kazançların Off-shore merkezlere kaçırılması ile bulundukları ülkelerde gerçekleştirilen faaliyetler sonucu ödenmesi gereken vergi ve diğer yükümlülüklerin, Off-shore merkezlerde kurulan şirketlerle bazı şüpheli işlemler yaparak yerine getirilmemesi, farklı durumlardır. Bu eylemler bir vergi kaçakçılığı suçudur ve en ağır biçimde de cezalandırılmalıdır. Bunda hiçbir şüphe yoktur.

Sorumlu mevkilerde bulunan kişilerin ve/veya yakınlarının, iş insanlarının Off-shore merkezlerde yürüttükleri ticari faaliyetler ile bu merkezlere yapılan çok yüksek tutarlı transferler, bu algı ve spekülasyonların daha yüksek perdeden gündeme gelmesine neden olmaktadır. Son günlerde gündemde oldukça yer tutar Pandora belgeleri de bunu açıkça kanıtlamıştır.

Ülkemizde bu konuda farklı bir durum söz konusudur. Ülkede yerleşik çeşitli kesimler tarafından bu merkezlere yapılan ve ilk bakışta mevzuata uygun gibi görünen Pandora ve diğer belgelere konu edilen transferler, aslında deyim yerinde ise bir yasal boşluktan yararlanmaktadır. Şöyle ki; 2006 yılında Kurumlar Vergisi Kanunu’nda yapılan değişiklikle belirlenen ülkelere yapılacak transferlerde %30 vergi kesintisi yapılacağı hüküm altına alınmasına rağmen bu liste şuana kadar yayımlanmadığı için bu transferlerde herhangi bir vergi kesintisi yapılamamaktadır.

Vergi adaletinin sağlanamadığı, dar ve orta gelirli geniş kesimlerin üzerinde ciddi bir vergi yükünün olduğu Ülkemizde, vergisi ödenmemiş halde off-shore merkezlere yapılan çok yüksek tutarlı transferler haklı olarak toplumun çok büyük bir bölümünde rahatsızlık yaratmakta ve vicdanları sızlatmaktadır. 

Bu nedenle Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 30’uncu maddesine istinaden yayımlanması gereken listesinin bir an önce yayımlanması, hem Ülkemiz için önemli bir kaynak yaratacak, çok daha önemlisi toplum vicdanında oluşan rahatsızlığın bir ölçüde giderilmesine katkı sağlayacaktır.  

                                                                                                 

                                                                                                                                                                                           Dr. Ramazan BAŞAK

Blog