BAŞAK FİNANSAL DANIŞMANLIK, DENETİM VE EĞİTİM

TASARRUF FİNANSMAN SEKTÖRÜNDE DOĞRULAR VE  YANLIŞLAR

 

Hazine Müsteşarlığında Bankalar Yeminli Murakıbı olarak çalıştığımız 1991 yılında gelen bir görevlendirme yazısında, Ankara Necatibey Caddesinde bazı araba galerileri ile şirketlerin araç satış vaadi ile halktan para topladıkları belirtilerek, konunun Bankalar Kanunu başta olmak üzere ilgili mevzuata göre incelenmesi ve soruşturulması talep edilmişti.

Diğer ekipler ile birlikte ilgililer nezdinde yapılan incelemelerde; bugün tasarruf finansman şirketleri (yaygın adı ile evim şirketleri veya faizsiz konut edindirme sistemi) unvanı altında faaliyet gösteren şirketlerin faaliyetlerine bire bir benzer bir organizasyonla araba satış vaadi ile halktan para toplandığı görülmüş ve herhangi bir yasal dayanağı olmayan bu faaliyetlerin, Bankalar Kanunu’nda yer alan izinsiz mevduat toplanması anlamına geldiği değerlendirilmişti. Düzenlenen raporlar sonucunda, bu organizasyonların çoğunun kapatılması sağlanmış ve tasarruf sahiplerinin mağdur olmalarının önüne geçilmişti.   

Ancak sonraki yıllarda faaliyetlerine konutu da ekleyen birçok şirket kurulmaya başlamış ve bu faaliyetleri ile uyumlu olarak unvanlarının sonuna “Evim” kelimesini ilave etmişlerdir. Bu hızlı büyümeye paralel olarak sektöre tasarruflarını yatıran kişi sayısı da 400 binin üzerine çıkmıştır. Herhangi bir özel düzenlemeye tabi olmadan denetimsiz ve kontrolsüz biçimde genel hükümlere göre faaliyet gösteren bu şirketler ile ilgili olarak doğal olarak kamuoyunda giderek artan ciddi bir rahatsızlık da oluşmaya başlamıştır.

Adeta patlamaya hazır bir bomba haline gelen sektörden gelen mağduriyet haberlerinin giderek artması ve bu durumun binlerce mağdur yaratma potansiyeli nedeniyle 04-03-2021 tarihinde Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri hakkındaki, Kanun ile bazı kanunlarda değişiklik yapan 7292 sayılı Kanun çıkartılmıştır. Çok ama çok gecikilmiş olsa da bu konuda bir düzenlemenin yapılması son derece isabetli olmuştur. 

Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri hakkındaki 6361 sayılı Kanun’un adı, Finansal Kiralama, Faktoring, Finansman Şirketleri ve Tasarruf Finansman Şirketleri Kanunu olarak değiştirilmiştir. Adı geçen Kanunda Tasarruf Finansman Faaliyeti, bir sözleşme kapsamında önceden belirlenmiş koşulların gerçekleşmesi şartı ile konut, çatılı işyeri veya taşıtın edinimi için faizsiz finansman esaslarına göre belirli bir süre tasarruf edilmesi, müşterilere finansman kullandırılması ve toplanan tasarrufların yönetimi olarak tanımlanmıştır.   

Uzun yıllar sonra tasarruf finansman faaliyetlerinin yasal çerçeveye kavuşturulmasını sağlayan 7292 sayılı Kanun’un getirdiği iki önemli düzenleme vardır. Bunlardan ilki ödenmiş sermayenin asgari 100 milyon TL.,’na yükseltilmesi ve ikincisi ise yönetici ve çalışanlar için 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun “Zimmet” başlıklı 160’ıncı maddesine benzer şekilde 18 yıla kadar hapis cezasının öngörüldüğü yine “Zimmet” başlıklı bir maddenin ihdas edilmesidir. Finansal sektörde bankalar dışında ikinci kez tasarruf finansman sektöründe oluşturulan zimmet maddesi, bu faaliyetlerin aslında bir nevi mevzuat toplama ile eşdeğer olduğu gerçeğine dayanmaktadır.  

Ancak düzenlemelerden ilki olan sermaye şartı ile ilgili olarak önemli bir sorun vardır. O da sektörde faaliyet gösteren resmiyette 40’a yakın. Ancak gayri resmi olarak daha fazla sayıda şirketin önemli bir çoğunluğunun öngörülen bu asgari sermaye şartını sağlayabilme imkanının olmadığı gerçeğidir. Bu şirketlerin çoğu 10 bin, 20 bin ve 100 bin TL. gibi çok cüzi sermayelerle kurulmuş ve binlerce kişiden çok ciddi paralar toplamış şirketlerdir.

Nitekim mevzuata göre öngörülen 6 aylık süre sonunda 100 milyon TL. tutarındaki asgari sermaye şartını sağlayamayan ve/veya sundukları plan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından uygun görülmeyen 21 şirketin, tasfiye komisyonu kurularak tasfiyesine, 8 şirketin iradi tasfiye kararıyla tasfiyesine, 6 şirketin ise intibak sürecinin devam etmesine karar verilmiştir. Tasfiyesine karar verilen 21 şirkete, tasfiye işlemlerinin yürütülmesi amacı ile BDDK ve TMSF tarafından atamalar yapılmıştır. Alınan bu karar sonrası mağdur olduğunu iddia eden yüzlerce kişi ilgili kurumlar önünde bunu protesto etmiş ve haklarının geri verilmesini talep etmişlerdir.

Yani geçmiş yıllarda sıklıkla karşılaştığımız ve binlerce kişinin mağdur edilmesi sonucu adına bankazede ve offshorezede gibi isimler verilen gruplara bu sefer de tabir yerinde ise tasarrufzedeler eklenmiştir. Üstelik bu vatandaşlarımızın çoğunlukla dini duyguları da istismar edilmiştir.

Tasfiye işlemlerinin yürütülmesi ile görevlendirilen Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından şuana kadar tasfiye komisyonlarına aktarılan paraların toplamı 698 milyon TL.na ulaşmıştır. Bugüne kadar ilgili tasarruf sahiplerine yapılan 262 milyon TL. tutarındaki ödeme bu tutarın içinde mi yoksa ilave bir ödeme midir? Bu net değildir. Ancak ilave bir ödeme değilse bile Fon tarafından aktarılan bu tutarın oldukça önemli olduğu açıktır. Bu tutarın çok daha artacağını tahmin etmek ise zor değildir.

Peki Fon tarafından aktarılan ve bundan sonra da aktarılması muhtemel kaynakların karşılığı ilgililerinden tahsil edilebilecek midir? Bir başka ifade ile üstlenilmek zorunda kalınan bu zarar, ilgililerinden tahsil edilebilecek midir, yoksa kamunun üzerinde mi  kalacaktır? Esas sorun buradadır. İki açıdan yaklaşarak bu soruya cevap verilebilir.

Birincisi iradi tasfiye dışında tasfiyesine karar verilen 21 şirketin sahip olduğu mal varlıkları ile hakim hissedarlarının mali güçleri bu kamu zararının çok çok önemli bir bölümünü karşılayabilecek yeterlilikte değildir. Çünkü yukarıda da ifade edildiği gibi herhangi bir düzenleme ve denetimin olmadığı yıllarda mali gücü olmayan kişilerce 15 – 20 bin TL gibi son derece yetersiz sermayelerle kurulan ve daha sonra bazı işlemlerle sermayelerde kaydi artışlar yaratan bazı hissedarların, tasarruf sahiplerinden topladıkları milyonlarca lirayı ödeyebilmelerine imkan yoktur.   Bu bilindiği için de kamu otoritesince intibak süreci sonunda ilk olarak bu hissedarların mal varlıklarına tedbir konulması sağlanmış ve hissedarlara yurtdışına çıkış yasağı getirilmiştir.

Öte yandan yukarıda da belirtilen 6361 sayılı Kanun’a sadece Tasarruf Finansman Şirketlerini ilgilendirmek üzere  “Zimmet” başlığı ile ilave edilen hükümlerin de, ortaya çıkan kamu zararının tahsiline önemli bir katkı sağlayamayacağı düşünülmektedir.

İkincisi, bu şirketlerin iktisadi bütünlüğü korunarak satışa konu edilmesi ve buradan elde edilen gelirlerle sebebiyet verilen zararın giderilmesi, olasılığı var mıdır? Bu sorunun cevabı ilki kadar karamsar değildir. Yani 21 şirket arasında İktisadi bütünlük korunarak satılabilecek azda olsa bazı şirketler vardır. Ülkemizde faizi haram görerek kamuoyunda evim şirketleri olarak da bilinen tasarruf finansman şirketlerinin hizmetlerine yönelen ve yönelme eğilimi olan önemli bir kitle vardır. Üstelik sektörün düzenleme ve denetim yetkisinin bu alanda önemli bir birikime ve tecrübeye sahip olan BDDK’ya devredilmesi ile birlikte, bu yöneliş çok daha hızlı ve önemli oranda olmaktadır. Bu gelişmeler elbette ki sektörde faaliyet gösteren ve gösterecek olan şirketlerin lisans bedellerini de önemli oranda artırmıştır. Üstelik sektörde birçok şirketin tasfiyeye tabi tutulması ve dolayısıyla da sektörde az sayıda şirket kalması da buna pozitif yönde katkı yapacaktır.  Bu nedenle alt yapısı çok düzgün olduğu bilinen az sayıda şirketin iktisadi bütünlüğü korunarak satılması, yüksek olasılıkla kamunun üzerinde kalacak olan zararın belirli bir oranda giderilmesini sağlayacaktır.

Ancak nedense Fon tarafında bu yönde bir karar alınmamıştır. Bu kararın haklı bir gerekçesi var mıdır? Bu bilinmemektedir. Ancak izlenen bu politikanın doğru olmadığı ve kamu zararını arttırıcı bir etkisinin olacağı düşünülmektedir.  

Sonuç olarak; birçok olayda proaktif olamadığımız için gerekli önlemleri önceden alarak olası zararları maalesef engelleyemiyoruz.  Çoğunlukla zararlar ortaya çıktıktan ve mağduriyetler görünür hale geldikten sonra önlemleri almaya çalışıyoruz. O zaman da ortaya çıkan zararlar ve yaratılan tahribatın boyutu çok büyük oluyor. Bu konuda yüzlerce örnek verilebilir. Yakın zamanda ortaya çıkan Çiftlikbank ve Thodex gibi çarpıcı vurgunları ifade etmek bile yeterlidir.

Bu meyanda tasarruf finansman sektörünün düzenleme ve denetim altına alınmasında çok geç kalınmıştır. Önemli bir mali gücü olmayan kişiler, 100 – 200 bin TL sermaye ile kurdukları şirketleri vasıtası ile binlerce tasarruf sahibinden 30 milyon 40 milyon gibi çok yüksek düzeyde fon toplayabilmişlerdir. Bu tutarların çoğunun şirket sahipleri tarafından ödenebilme olasılığı da olmadığı için bu hatalar zinciri sonunda oluşan zararlar ve mağduriyetler de ciddi boyutlara ulaşmıştır.

Bu konu kurumlardan ziyade siyasi iradeyi ilgilendirmektedir. Bu nedenle yaşanan ve yaşanması muhtemel bu tür olaylar karşısında daha proaktif ve daha duyarlı olma zorunluluğu, yaşanan bu üzüntü verici gelişmelerle ne yazık ki bir kez daha kanıtlanmıştır.

                                                                                                                                               

                                                                                                                                                                                    Dr. Ramazan BAŞAK

                                                                                                                                                                                    E. Bankalar Yeminli Murakıbı

                                                                                                 

Blog