Bu yazımızda; varlık barışı adı verilen düzenlemeler, başta suç gelirleri ile olası ilişkileri olmak üzere çeşitli açılardan ele alınarak değerlendirmeye tabi tutulacaktır.
Küresel krizin etkilerini azaltabilmek amacı ile 2008 yılından itibaren çıkarılmaya başlanan varlık barışı kanunlarının yedincisi 30 Haziran 2021 tarihinde sona ermiş ve Cumhurbaşkanına bir yıllık uzatma yetkisi tanınmıştır. Bu sürenin sona ermesi üzerine 5 Temmuz 2022 tarihinde yapılan bir düzenlemeyle, 5520 sayılı Kanuna Geçici Madde 15 ile Varlık Barışı hükümleri eklenmiş ve bu düzenleme 05.07.2022 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Buna göre, gerçek veya tüzel kişilerce, yurt dışında bulunan; para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçları 31/3/2023 tarihine kadar banka veya aracı kurumlara bildirilmesi gerekmektedir.
Birinci fıkra kapsamına giren varlıklar, yurt dışında bulunan banka veya finansal kurumlardan kullanılan ve bu maddenin yürürlük tarihi itibarıyla kanuni defterlerde kayıtlı olan kredilerin en geç 31/3/2023 tarihine kadar kapatılmasında kullanılabilecektir.
Gelir veya kurumlar vergisi mükelleflerince sahip olunan ve Türkiye’de bulunan ancak kanuni defter kayıtlarında yer almayan para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçları ile taşınmazlar, 31/3/2023 tarihine kadar vergi dairelerine beyan edilmesi gerekmektedir.
Banka ve aracı kurumlar, kendilerine bildirilen varlıklara ilişkin olarak bildirim sahibinden bildirilen varlıkların değeri üzerinden 30/9/2022 tarihine kadar yapılan bildirimler için %1, 1/10/2022 tarihi ila 31/12/2022 tarihi arasında yapılan bildirimler için %2, 31/3/2023 tarihine kadar yapılan bildirimler için %3 oranında vergiyi peşin olarak tahsil edeceklerdir. Bu varlıkların en az bir yıl süreyle ilgili hesaplarda tutulması halinde vergi oranı %0 olarak uygulanacaktır.
Bildirilen veya beyan edilen varlıklara isabet eden tutarlara ilişkin hiçbir suretle vergi incelemesi ve vergi tarhiyatı yapılmayacaktır.
Önceki düzenlemelerde olduğu gibi son yapılan düzenlemede de gerçek ve tüzel kişilere, yurt dışında ve yurt içinde bulunan varlıklarını kayda alma ve vergi başta olmak üzere bazı avantajlardan ve ayrıcalıklardan yararlanma olanağı verilmiştir. Genellikle 6 aylık sürelerle uzatılarak şu ana kadar 7 kez kanunlaştırılan varlık barışı düzenlemelerinin aslında otomatik bir vergi affına dönüştüğünü ifade etmek yanlış olmayacaktır.
Başlıkta da belirtildiği üzere, bu tür düzenlemelere bağlı olarak gerçekleştirilecek para hareketlerinin suç gelirleri ve suç gelirlerinin aklanması ile ilgili olası ilişkilerini değerlendirmeye geçmeden önce önemli bir saptama yapılması yararlı olacaktır.
Bu ve buna benzer düzenlemelerin olağanüstü dönemler sonrasında çıkartılmasında bir sakıncanın olmadığı düşünülmektedir. Dahası bu tür olağanüstü dönemlerde ülkenin karşı karşıya geldiği sıkıntıların giderilmesine katkı sağlayacağı da açıktır.
Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi bu düzenlemelerin artık mutat hale gelmesi ve adeta otomatiğe bağlanması, vergi bilincine ve vergide adalet ilkesine önemli ölçüde zarar vererek, kanunlara saygılı ve vergi yükümlülüklerini zamanında yerine getiren milyonlarca mükellefe haksızlık olarak değerlendirilmektedir.
Boyutları gittikçe artan israf anlayışından, verimsiz ve öngörüsüz yatırımlardan vazgeçilmesi ve kaynakların rasyonel kullanılması, bu tür zorunlu düzenlemelere de ihtiyacı azaltacaktır.
Bu önemli saptamadan sonra varlık barışı düzenlemeleri ile yurtdışı ve yurt içinden getirilerek kayda geçirilecek varlıklar ile ilgili olarak önemli bir tehlikeye işaret edilmesinde de fayda görülmektedir. Bu varlıkların bir bölümünün suçtan kazanılma ve dolayısıyla da suç gelirlerinin aklanması olasılığı vardır.
Toplumda çoğunlukla varlık barışı düzenlemelerine bağlı olarak kayda geçen varlıklarla ilgili 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Kanun’una göre de hiçbir inceleme ve soruşturmanın yapılmayacağı yönünde genel bir kanı vardır. Bu yaygın kanının oluşmasında varlık barışı düzenlemelerinin kaleme alınış biçiminin ve bu konuda yürütülen mücadelede yaşanan aksaklıkların da etkili olduğu düşünülmektedir.
Varlık barışı düzenlemeleri; gerek yurt içinde ve gerekse de yurt dışında bulunan ancak kanuni defter kayıtlarında yer almayan para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçları ile taşınmazların belirtilen sürede ve kriterlere göre kayıtlara alınması durumunda sahip olunacak vergi avantajı gibi bazı teşvikleri kapsamaktadır. Söz konusu avantajları sağlamak ülkelerin kendi insiyatifindedir. Diğer ülkelerin bu düzenlemelere müdahalesi söz konusu olamaz.
Ancak kaynağı şüpheli ve/veya yasadışı varlıklar söz konusu olduğunda durum değişmektedir. Bu bağlamda önemli bir hususun altı çizilerek vurgulanması gerekmektedir. Varlık barışı düzenlemelerinde kayda alınması öngörülen varlıkların tümünün yasal faaliyetlerden kazanılmış olması şarttır. Yasadışı faaliyetlerden elde edilen gelirler varlık barışına konu edilemezler. Nerede kazanılırsa kazanılsın herhangi bir ülkenin kaynağı yasadışı olan veya bu konuda ciddi emareler bulunan bir varlığı kabul etme ve yasallaştırma olanağı yoktur. Gerek ulusal ve gerekse de uluslararası mevzuata göre bu mümkün değildir.
Ülkemiz 1991 yılından bu yana suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesi ile ilgili olarak uluslararası alanda mücadele eden en etkin örgüt olan ve OECD bünyesinde faaliyette bulunun Mali Eylem Görev Gücü (FATF)’nün üyesidir. Bu alanda birçok anlaşma ve konvansiyona imza atılmış ve taahhütlerde bulunmuştur. Bu yükümlülükler sonrasında önce Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesi hakkındaki 4208 sayılı Kanun, sonrasında ise halen yürürlükte olan Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi hakkındaki 5549 sayılı Kanun çıkarılmıştır.
Bahsi geçen yükümlülüklerimizin yerine getirilme konusunda yaşanan aksaklılar sonrasında Ülkemiz ilk olarak 2010 yılında FATF tarafından gri listeye alınmıştır. Bu, suç gelirleri ve suç gelirlerinin aklanması ile ilgili olarak etkin bir mücadelenin gereklerini yerine getirmiyorsunuz, anlamına gelmektedir. Ekim 2014’e kadar zorlu geçen bir süreç sonunda başta 2013 yılında çıkarılan 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi hakkındaki Kanun olmak üzere gerekli düzenlemeler ve aksiyonlar alındığı için Türkiye bu tarihte bu kategoriden çıkarılmıştır.
Ancak Türkiye kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemede yeterli çabayı göstermediği gerekçesi ile Ekim 2021 tarihinde yapılan açıklama ile tekrar gri listeye alınmıştır. Gri listede yer alan diğer 23 ülke arasında Arnavutluk, Fas, Suriye, Güney Sudan ve Yemen gibi ülkeler yer almaktadır. Bu toplantı sonunda Türkiye dışında Ürdün ve Mali de gri listeye alınmış ve Botsvana ve Mauritius gibi ülkeler ise gri listeden çıkartılmıştır.
Aslında FATF tarafından 2019 sonunda yayımlanan 238 sahifelik Türkiye değerlendirme raporunda konumuzla ilgili iki önemli uyarı yapılmıştır. Birinci, MASAK tarafından kaynakların önemli bir bölümünün 15 Temmuz sonrasında FETÖ terör örgütüne yönelik soruşturmalara tahsis edildiği, dolayısıyla da diğer suçlarla ilgili mücadelenin ihmal edildiği, İkincisi ise Türkiye'nin, gelecek yıllarda para aklama ve terörizm finansmanıyla mücadelede ilerleme sağlamazsa "Pakistan, Moğolistan ve Yemen gibi gri listeye ekleneceği" uyarılarıdır. Kaynakların FETÖ soruşturmalarına kaydırılması eleştirisi MASAK tarafından yayımlanan 2019 Faaliyet Raporuna bakıldığında haklı görünmektedir. Çünkü 150’nin üzerinde bulunan banka ve banka dışı finansal kuruluştan 2019 yılında sadece 3’ü yükümlülük denetimine tabi tutulabilmiştir. Üstelik iş yükü sürekli olarak artan MASAK personel sayısı da buna rağmen 2018 yılında 267 iken, 2019 yılında 225 ve 2020 yılında ise 186’ya gerilemiştir. Bu çok dikkat çekici bir durumdur.
Anılan raporda çıkartılmamış olması eleştiri konusu edilen ve TBMM’de büyük tartışmalara neden olduktan sonra 31-12-2020 tarihinde kabul edilen 7262 sayılı Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesi gibi bazı düzenlemelerin yürürlüğe sokulmuş olması ve bazı eleştirilerin de giderilmesi ile ilgili alınan aksiyonlar yeterli görülmemiş olacak ki, yukarıda da belirtildiği üzere Ülkemiz tekrar gri listeye alınmıştır. Bu kapsamda bulunan ülkeler ve bu kapsamdan çıkartılan ülkeler dikkate alındığında bu durumun Ülkemiz açısından son derece üzüntü verici ve vahim olduğunu söylemeye gerek yoktur.
Ülkemiz açısından hayati önem derecesine sahip bir problem olan reel sektörün açık pozisyon sorununa dikkat çekmek için tarafımızca 2015 yılında yapılan bir araştırma ve sonrasında düzenlenen yazılarımız, çözüm önerileri ile birlikte ilgili kamu makamına da gönderilmiş ve yazarı olduğum TURCOMONEY dergisinde de yayımlanmıştı. “”Reel Sektörün Açık Pozisyon Sorunu, Varlık Barışı ve Çözüm Önerileri” başlıklı yazımızda; o dönem itibari ile 2009 yılında alınan hatalı bir karar sonrasında 211 milyar USD. gibi devasa boyutlara ulaşan reel sektörün açık pozisyon sorununa ve çözüm önerilerimize önemle vurgu yapıldıktan sonra, varlık barışı ile ilgili olarak aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır.
“Şuana kadar gerçekleştirilen Varlık Barışı Uygulamalarında arzu edilen seviyelerde olmasa da belirli bir sonuç elde edilmiştir. Bu uygulamalar genellikle kurların yatay seyrettiği dönemlerde gerçekleştirilmiştir. Oysa bugün çok farklıdır.
“Varlık Barışı” konusunda getirilen yeni düzenlemeler, ciddi oranlarda açık pozisyonu olan şirketler için önemli bir fırsat sunmaktadır. Bu konu ilgili otoritelerce ısrarla ve önemle takip edilmelidir.
Tabi bu noktada bu borç ve taahütlerin kapatılmasında kullanılacak varlıkların suçtan elde edilmemiş olmasına da özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir. Aksi taktirde suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesi mücadelesi yürüten FATF ve FinCEN gibi uluslararası kuruluşlarla zaten sorunlu olan ilişkilerimiz daha da başımızı ağrıtabilecektir”.
Tarafımızca 2015 ve 2016 yıllarında yapılan bu uyarılar sonrasında, suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesi ile terörizmin finansmanının önlenmesi konusunda maalesef yükümlülüklerimizi yeterince yerine getiremediğimiz ve/veya FATF’ı yeterince ikna edemediğimiz için yukarıda da belirtildiği gibi ikinci kez gri liste kategorisine alındık.
Birleşmiş Milletler (BM)’e göre; uluslararası kaynaklar, vergi kaçakçılığı, yolsuzluk ve mali suçlar nedeniyle tüketilmekte ve her yıl küresel gayrisafi milli hasılanın yüzde 2,7'sine denk gelen yaklaşık 1,6 trilyon dolar kara para aklanmaktadır. IMF’ye göre bu tutar 2 trilyon dolar civarındadır. Yine BM’ye göre vergi cennetlerinde saklanan tutar 7 trilyon dolardır. OECD’ye göre ise bu tutar 11.6 trilyon dolardır.
Başta uyuşturucu, silah kaçakçılığı ve fuhuş gibi milyonlarca insanın ve gencin ölümüne ve onlarla birlikte ailelerinin de hayatlarının kararmasına neden olan suçlardan, elde edilen gelirlerle ve bu gelirlerin aklanması ile mücadele amasız ve fakatsız bir şekilde kararlılıkla yürütülmelidir. Mücadelenin etkin olarak yürütülememesi bu kadar devasa kaynaklara sahip suç şebekelerinin ve terör örgütlerinin daha da güçlenmesi anlamına gelecektir ki bu durum toplumda ahlaki yapının daha da zarar görmesine ve daha çok insanın ve ailenin yok olmasına neden olarak toplumsal çöküşün zeminini hazırlayacaktır.
Son çıkartılan varlık barışı ile ilgili süreçte de bu hassasiyetle hareket edilmesi, elbette ki mevzuatın ve uluslararası yükümlülüklerimizin gereklerini yerine getirmemizi sağlayacaktır. Ancak daha önemlisi insani ve ahlaki sorumluluklarımız da yerine getirilmiş olacaktır.
Dr. Ramazan BAŞAK
E. Bankalar Yeminli Murakıbı
MASAK E. Başkan Yardımcısı
.